"Şu anda balta girmemiş doğal ormanımız yok"

İklim İçin
-
Aa
+
a
a
a

Ömer Madra, Özdeş Özbay ve Yücel Sönmez, İklim İçin'de Muğla Çevre Platformu’ndan (MUÇEP) Neşe Tunçer ile Muğla’nın Milas ilçesi Çandır ve Kurudere Mahalleleri mevkiinde 'IV. Grup Boksit Ocağı' projesine karşı verilen dava sürecini konuşuyorlar.

""
İklim İçin: 29 Ağustos 2023
 

İklim İçin: 29 Ağustos 2023

podcast servisi: iTunes / RSS

Ömer Madra:İklim İçin programı başladı. Bendeniz Ömer Madra.

Yücel Sönmez: Ben Yücel Sönmez.

Özdeş Özbay: Ben Özdeş Özbay.

Ö.M.: Dinleyicimiz, destekçimiz Remzi Çelik'e de çok teşekkür ederek başlayabiliriz. Bugün bir konuğumuz var İklim İçin programında; Muğla Çevre Platformu'ndan Avukat Neşe Tunçer. Hoş geldiniz, merhabalar.

Neşe Tunçer: Merhaba. Çok teşekkür ediyorum ağırladığınız için, bugün kabul ettiğiniz için. Bir düzeltme yapmak istiyorum, avukat değilim.

Ö.M.: Öyle mi? Pardon.

Ö.Ö.: Hoş geldiniz Neşe Hanım.

N.T.: Hoş bulduk. Sağ olun.

Ö.M.: Biz teşekkür ederiz. Evet, bugün ne konuşacağız? Muğla'da neler olup bitiyor?

N.T.: Evet, Muğla maalesef özellikle son dönemde, son on yıldır diyeyim ağır bir talan altında. Bunun da başlangıcı 2014’te o zamanki Çevre Bakanlığı'nın doğal sit alanlarını arttırma iddiasıyla yani iyi niyetli bir girişim olarak başlayan ‘ekolojik temelli bilimsel raporlar’ adı altında Türkiye'nin 81 ilini 22 bölgeye ayırarak başlattığı bir çalışmaya dayanıyor. Doğal sit alanlarına eskiden birinci derece, ikinci derece ve üçüncü derece derdik. Ama şimdi ‘kesin korunacak hassas alan’, ‘nitelikli korunacak alan’ ve ‘sürdürülebilir korunacak alan’ diye üçe ayırdıkları bir sınıflandırma söz konusu ve bu sınıflandırmayı yapmak için de hazırlattıkları bu ekolojik temelli bilimsel raporları 2014’te ihaleye çıkartıp çoğunluğu gayrimenkul geliştirme şirketleri olan, inşaat şirketleri olan şirketlere vermişler.

Ö.Ö.: Ön sınıflandırmayı yapacak olanlar onlar yani.

N.T.: Bu sınıflandırmayıp bakanlık yapmış ama doğal sit alanına karar vermek için yani bu sınıflandırmaların hangisine, mesela Kelebekler Vadisi nereye girer veya Alavara Koyu nereye girer gibi bir sınıflandırma yapmak için de Çevre Bakanlığı bu ekolojik temelli bilimsel raporların hazırlanmasını ihaleye çıkmış. O dönemde de Alavara Koyu'nda bir yapılaşma söz konusu ve o dönemde bu rapordan haberdar olan bölgedeki yerleşik kişiler bu raporu talep ediyorlar. Fakat o dönemdeki Tabiat Varlıklarını Koruma müdürü diyor ki, ‘devletin bazı yatak odası sırları vardır, herkese söylenmez.’ Bunun üzerine Muğla Çevre Platformu kuruluyor ve 2016’dan beri de Muğla'daki çok çeşitli talan, rant projelerine karşı hem hukuki girişimler de bulunuyoruz hem de alandayız.

Güllük'te oturuyorum, Milas Güllük Mahallesi'nde ve ben de Muğla’ya yerleştikten sonra Muğla Çevre Platformu'nun bir gönüllüsü olarak Milas ve diğer yakın yerlerdeki, Bodrum gibi yakın yerlerdeki bu tip faaliyetlere karşı faaliyetlerin içerisindeyim, bunu söyleyebilirim.

Daha şimdiye kadar ÇED olumsuz çıkmış bir tane rapor görmedim

Muğla bugünlerde biliyorsunuz birkaç talan projesiyle gündemde; Marmaris'teki Sinpaş, Milas'taki Akbelen, Bodrum'daki Cennet Koyu, Fethiye'de çeşitli marina projeleri, Köyceğiz'de madencilik ve sığla ormanlarının yok edilmesi. Yani bunlar çok gündemde olan, belki sizin dinleyicilerinizin de bir anda bilebilecekleri şeyler ama günlük olarak biz hem Çevre Bakanlığı'nın duyurularını, hem ilan.gov.tr’yi, hem Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü'nün (MAPEG) sitesini ve buralardan özelleştirmeler, maden projeleri, otel projeleri, marina projeleri gibi aklınıza ne gelirse, bunlarla ilgili takiplerimizi yapıyoruz. Bir de ‘Aydın-Muğla-Denizli Bütünleşik Kıyı Planı’ diye bir çatı planlama aygıtı var. Bu planlama aygıtında da dönem dönem değişiklikler yapılıyor; mesela bu koylarda 40 bin yatlık kapasite yaratılması. Bu da, hemen hemen bütün koylara marina yapılması demek. Şimdi birazdan bahsederiz, mesela Muğla'da hemen hemen her yıl yaklaşık 200 tane Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) süreci başlayan proje duyurusu yapılıyor ve bunlardan yaklaşık sekiz, dokuz tanesi ÇED sürecine giriyor yani bir ÇED raporu hazırlanıyor. Bu ÇED raporu hazırlanması biraz daha uzun bir şey. Önce bir tanıtım dosyası yapıyorlar, o tanıtım dosyasından sonra halkın katılımı ki bilgilendirme sürecine katılma toplantısı diyorlar şimdi, o toplantı yapıldıktan birkaç ay sonra İnceleme Değerlendirme Komisyonu ki bu projeye onay vermesi beklenen kamu, kurum ve kuruluşlar bu toplantıya katılıyorlar. Ondan yaklaşık bir ay sonra da ÇED olumlu raporu çıkıyor. Ben yaklaşık dört yıldır bu takibi yapıyorum. Daha şimdiye kadar ÇED olumsuz çıkmış bir tane rapor görmedim. Geriye kalan o 200 tanenin 190 tanesine de Muğla Valiliği tarafından ÇED gerekli değildir sınıfından yol veriliyor.

Ö.Ö.: Bunlarda ÇED süreci bile işletilmiyor yani.

Ne hazırlayanın, ne de değerlendirecek olan birimin okumadığı raporlarla insanlar yerlerinden ediliyor

N.T.: ÇED süreci bile işletmiyor. Yani buna halkın katılımı, sürece katılımı, soralım, edelim, isterler mi, istemezler mi gibi bir şey de yapılmıyor. Bu da şu anda ne için kullanılıyor? İyi niyetten şüphe etmeyelim belki bazı yatırımların hızlı yapılması içindir ama bu artık hukukun etrafından dolanma, çok yalanlar söyleme, çok büyük yalanlar söyleme, -bu cümleye çok dikkatli çekmek isterim- ne hazırlayanın, ne de değerlendirecek olan birimin okumadığı raporlarla insanlar yerlerinden ediliyor, tarım arazileri yok ediliyor. Ormansızlaşıyoruz, su kaynaklarımız yok ediliyor. Dolayısıyla bunlarla da bu anlamda mücadele ediyoruz.

Ö.M.: Peki, Neşe Hanım ben bir şey sormak istiyorum. Hazırlayanın ya da denetleyenin bile haberi olmadığı raporlardan bahsettiniz, bunları biraz önce sözünü ettiğiniz ‘yatak odası sırları’ndan mı kabul edeceğiz acaba?

N.T.: Yok, onları yatak odası sırlarından kabul etmeyeceğiz, bu kamuya açık bir bilgi. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın sitesinde bunlar günlük olarak duyuruluyor yani bütün bu proje tanıtım dosyalarına ulaşmak mümkün. Bence burada ön kabulü kimsenin okumadığı proje tanıtım dosyaları ve ÇED raporları yayınlanıyor. Çünkü okuduğunuz zaman şöyle şeyler görebiliyorsunuz yani anekdot olarak anlatılacak olaylar. Mesela biz geçenlerde rüzgar enerji santralleriyle (RES) ilgili bir halkın katılımı toplantısına gittik. Rüzgar enerjisi tabii ki yenilenebilir enerji, iklim için fosil yakıtlardan çıkmaya niyetliyiz ama o konu ayrı. Orman sahasına, ormanlar kesilerek RES’ler yapılıyor veya tarım arazilerinin üzerine yapılıyor. Bu toplantı dört köyü ilgilendiriyordu yani dört köye yakın bir alanda yapılacaktı. Fakat ÇED raporunda ‘paydaş analizi’ diye de şimdi bir şey var, yeni bir şey çıkarttılar. Bu paydaşların içerisinde bahsedilen iki köy, bulunduğumuz noktadan 180 kilometre uzaktaydı. Yani bir başka rapordan oraya kopyala yapıştır yapmışlardı ve bunu hazırlayanlar da okumamışlardı, düzeltmemişlerdi. Çevre Bakanlığı da bu rapora ‘artık halkın önüne çıkabilir, bu konu konuşulabilir’ deme kararını verirken de bunu okumamıştı. Yani bu konuyu orada benden başka gündeme getiren olmadı mesela.

Ö.M.: Bunları kim hazırlıyor peki?



N.T.: Bunun için bakanlıktan akredite olmuş, ÇED raporu hazırlayan şirketler var. Biz bunlara Muğla Çevre Platformu olarak şöyle bir takip yapıyoruz; biz reaktif olmaktansa bazı şeyleri önden acaba görebilir miyiz, biz bu talanları, bu rant projelerini önden görüp de bir şey yapabilir miyiz diye bir yaklaşımımız oldu. Biz bu aşamada bütün ÇED raporlarını takip ediyoruz, dört yıllık bir ‘database’imiz var. Fakat sonra dedik ki bunu böyle bir database şeklinde takip etmenin çok fazla bir anlamı yok çünkü o alanın büyüklüğünü bilmeniz lazım. Dolayısıyla biz o alanları da bir harita üzerinde göstermeye başladık. Haritamız tosbaga.com.tr adresinden görülebilir.

Y.S.: Neşe Hanım, ben bir şeyi merak ediyorum. Türkiye'de ÇED raporların birçoğu genelde böyle kopyala yapıştır oluyor. Yani bir sürü kurumdan, bir sürü yetkiliden, belki bir sürü bürokrasiden bir takım şeyleri kaçırıyor ama en nihayetinde söz konusu olan halk olunca halkın karşısına geliyor rapor ve sizin gibi insanlar görüyorlar bunu. Ne kadar insan görüyor? Çünkü orada devasa bir maden sahasından bahsediyoruz ki büyüklüğü yaklaşık iki bin hektar. Bin 900 gözüküyor ama böyle olmuyor tabii Türkiye'de bu projeler. Üstelik sadece dört köye değil Milas merkeze de çok yakın aynı zamanda. Bölge, zeytinlik ve kızılçamlarla kaplı. İlk bunu duyduğunuzda oradaki insanlar ne hissetti, şu anda ne düşünüyorlar, nasıl bir mücadele var, birlik ve beraberlik var mı oradaki insanlar arasında, bir dayanışma söz konusu mu, bununla direnmenin boyutu ne boyutta acaba?

Çandır – Kurudere Boksit Madeni proje alanı

N.T.: Teşekkür ederim. Şimdi bu bahsettiğimiz konu Çandır – Kurudere Boksit Madeni. Bununla ilgili olarak ilk önce Çandır Köyü'nde yaşayan Sena Erhan Hanım bizim mail adresimize bir e-posta göndererek haberdar etti. Hemen konuştuk. İki gün sonra da köye gittik. Hem Çandır'da hem Kurudere Köyü’nde bilgilendirmeler yaptık yani bu ÇED sürecini anlattık. Çünkü ÇED gerekli değildir kararı, iki muhtarlıkta askıya çıkmıştı. Dolayısıyla köylü de bunu istemediğini ve ne yapılabileceğiyle ilgili aslında bizden bilgi istiyordu. Biz de ÇED süreci ve ne yapılabileceğiyle ilgili bilgi verdiğimiz zaman hemen o gün bir avukat bulmamız, daha sonra da hukuki girişimi başlatmamızla ilgili hemen orada karar alındı. Bu sadece üstelik iki köy değil, bakın yine yanıltma yapıyorlar. O kadar büyük bir alan ki o bin 900 hektar dediğimiz alan. Tam dokuz tane köyü içeriyor aslında ve bu dokuz tane köyün sadece iki tanesinde bunun duyurusu yapılmıştı. Yani diğer köylerdeki insanların ne böyle bir ÇED gerekli değil kararından, ne de yaşamlarını etkileyecek, geçim kaynaklarını etkileyecek böyle bir projeden asla haberleri olmayacaktı.

Dolayısıyla Sena Hanım ve köydeki diğer arkadaşlar, gençler, muhtarlar çok destek oldu. Milas'a çok yakın, Selimiye Mahallesi’ne yakın. Bu söylediğimiz mahallelerin hemen karşısında da Euromos Antik Kenti var. Euromos'ta da neredeyse yıkılmamış halde durann bir Zeus Tapınağı var ve orada da kazılar devam ediyor. Daha bir ay olmadı, biz davamızı açtık. Dört Köyden 61 kişiyle ÇED gerekli değildir kararına bir dava açtık. ÇED gerekli değildir kararını da şöyle alıyorlar; maden ruhsatları olmasına rağmen sadece bu ÇED sürecini atlamak için bu kadar büyük bir alanda sadece 25 hektarın altında bu işi yapacaklarını söylüyorlar. Nitekim bu proje de 24.32 hektarda yapılacağını söylüyor. Ocak alanı tam zeytinliklerin ortasında.

Proje alanı ile yakın çevresini gösteren uydu görüntüsü

Ö.Ö.: Etiket stratejileri gibi; 9,99 falan oluyor ya onun gibi olmuş.

N.T.: Yani bazen o da var tabii. 24.89, 24.95, onları da gördük, evet. Burada 24.32. Üç tane alandan bahsediyor. Burada bir tane dere var ve bu projeyle ilgili sadece ve sadece Devlet Su İşleri'nden (DSİ) bir görüş almışlar. DSİ de akan dereye müdahale etmeyeceksiniz, pas atmayacaksınız, şunu yapmayacaksınız, bunu yapmayacaksınız demiş ve bunlar da dereye beş metre kala maden işletmesini durduracaklarmış, duvar yapacaklarmış diye cevap vermişler, falan filan. Yani var olan zaten suyumuz yok, var olan çok az miktardaki su kaynağımızla da bu şekilde oynuyorlar.

Ayrıca bizzat şu dikkatimizi çekti. Bu ÇED gerekli değildir veya ÇED raporu dosyalarını okuduğunuz zaman çok bilgili olmanıza gerek yok. Yani maden mühendisi olmanıza gerek yok, ziraat mühendisi olmanıza gerek yok. Genel kültür sahibi olan hemen herkesin ilk okuyuşta fark edebileceği çok ciddi hatalar oluyor. Mesela burada, Euromos’un karşısında olan Milas, üç bin yıldır adı değişmemiş, şu anda bilinen en az 27 tane antik şehri barındıran bir ilçe ve bu proje dosyasında bir tane, bir kelimeyle bile arkeoloji geçmiyor. Yani ‘vardır, yoktur’, asla bahsedilmiyor. Ama sonradan, biz dava dilekçemizi hazırlarken yaptığımız araştırmalarda burada birinci derecede sit alanı olarak ilan edilmiş bir yer var. Çok önemli, tam Bafa'nın güney kıyısına düşen bir antik şehir olduğu biliniyor ama daha kazıları yapılmamış. 500, 600 yıllık, belki bin küsur yıllık zeytin ağaçları var. Çok önemli çeşmeler var. Böyle bir alanda oksit gibi, hem insan sağlığına hem doğaya çok zararlı bir madencilik faaliyeti yapmayı öneriyorlar. Mesela DSİ demiş ki, ‘patlatma yapmayın’ çünkü yeraltı suları o çatlaklardan kaçıyor. Bunlar da projeyi değiştirmişler, ‘patlatma yapmayacağız’ diyorlar. Şimdi patlatma yapmadan nasıl madencilik yapılıyor? Tabii belki de yaptırıp görmek lazım.



Bu şekilde gizlenen, açıklanmayan ve soru sorabileceğimiz bir merci de bırakılmayan yani halkın katılımı toplantısı olsa gider orada gene bunları gündeme getirebiliriz. Dolayısıyla bize de dava açmaktan ve hukuki yolu denemekten başka bir şey kalmıyor. Ama bu yönde biz başka davalar kazandık. Özellikle arıcılığın yapıldığı basralı çam denen eski çamlar var, çam balı üretmek için kullanıyorlar ve buraya arıcılar geliyor. Dolayısıyla basralı çam balının yapıldığı, kızılçam ağaçlarının olduğu, zeytin ağaçlarının olduğu bir tarım bölgesinde böyle bir madencilik faaliyetinin olmaması için tabii elimizden geleni yapıyoruz. Çok benzer bir proje Tuzabat'taydı, gene bir boksit madeniydi. Mesela oranın önce yürütmesi durduruldu daha sonra da proje iptal edildi.

Ö.M.: Bütün bu anlattıklarınızla aslında hem gözlerden hem de herkesten gizlenen, antik kentlerin de bulunduğu bir yerde insan ister istemez Sofokles ve Aristofanes gibi Grek tragedyalarını ya da komedyalarını ya da trajikomedilerini hatırlatıyor. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın adı zaten kendi başına çelişkiyi yansıtıyor, bir de üstelik iklim de eklediler üstüne. Fakat bütün bunlar gerçekten ciddi bir trajikomediyi anlatıyor. Ama bilinmiyor maalesef yeterince.

N.T.: Bilinmiyor, evet. Ama şöyle bir şey var, bir bilinçlenme oldu diyeyim. Özellikle bizim Akbelen'de yaşadığımız süreçte nöbetler tuttuk, gene hukuki girişimlerimiz sürekli devam etti, siyaseten de girişimlerimiz devam etti, defalarca mecliste soru önergeleri verildi.

Ağaç dikmeyle karbon yutak alanı yaratmış olmuyorsunuz

Mesela Akbelen'deki kömür madeninin genişlemesi Asla ve kat'a bir ÇED raporuyla olamıyor. Çünkü 1992’den önce yapılmış yatırımlar ÇED'den muaf diye garip bir uygulama var veya bir yönetmelik kanunu var. Bu termik santraller de 1986-1987 yıllarında açılmış olduğu için ve bu ruhsat sahaları da o zaman belirlenmiş olduğu için bunlarda herhangi bir ÇED uygulaması yapılmıyor. Ama yıkımın büyüklüğünü görebilirsiniz. Milas Ören yolunda, sol tarafta, Ören'e ininceye kadar yaklaşık 20 kilometre boyunda, kim bilir kaç kilometre genişliğinde kocaman bir cehennem çukuru var. Bu, yaklaşık üç bin 500 hektar. Yeniköy ve Kemerköy Termik Santrallerinin toplam ruhsat alanı 24 bin hektar. Aynı şekilde 20 küsur bin hektar da Yatağan Termik Santrali’nin kömür ruhsat sahası var. Bunlar çok büyük alanlar ve buradaki orman, yeşil örtü, bitki örtüsü yok olduğu zaman en kıymetli karbon yutak alanlarımızdan birini kaybetmiş oluyoruz. Ağaç dikmeyle karbon yutak alanı yaratmış olmuyorsunuz.

İskoçya'da zannediyorum yapılmış bir araştırma var. Doğal ormanlar daha sonradan insan eliyle oluşturulmuş ormanlara göre %30 daha fazla karbon soğuruyor. Şimdi bunları bilirseniz zaten bu işlemi yapmazsınız yani ormanları yok etmezsiniz. Ama bugün Türkiye'de şu anda balta girmemiş doğal ormanımız yok. Gençleştirme adı altında bütün yaşlı ağaçlar kesiliyor. Yani bu Muğla'da da böyle, Karadeniz'de de böyle, Ege'de de böyle, Trakya'da da böyle... Şu anda balta girmemiş doğal ormanımız yok. Çok ciddi anlamda biyoçeşitlilik kaybına sebep oluyoruz.

Artı, su kıtlığı başlamış durumda. Yani mesela Bodrumlular, ‘suyumuz yok’ diye şu anda çığlık çığlığa bağırıyorlar ve bunun için Milas'ta akan derelere baraj yapılması gündeme geliyor. Şimdi hem bir yandan ormanları yok ediyorsunuz, öbür yandan doğada olmayan çok büyük su kütleleri yaratarak, buharlaşmayı arttırıp kuraklığa daha fazla yol veriyorsunuz. Çok kıymetli sulak alanlarımız var yine burada; Bargilya Tuzlası. Etrafı inanılmaz yapılaşma tehdidi altında. Yine bilirsiniz, Ağaoğlu'nun üç bin 800 villalık bir projesi var. İlk ÇED raporu iptal edilmesine rağmen hemen akabinde ikinci ÇED raporuyla yine karşımıza çıktılar. İklim değişikliği açısından lagünler, sulak alanlar da çok önemli ve denizler yükseldiği zaman bizi su altında kalmaktan koruyacak doğal yapılar bunlar. Bunları yok etmekle meşgulüz.

Neresinden başlasak, nasıl anlatsak, ne kadar anlatsak? Çok yüksekten mi anlatsak, daha halka inerek mi anlatsak? Geziler mi düzenlesek? Bugün bunları anlatma fırsatı verdiğiniz için size de çok teşekkür ediyorum.

Ö.M.: Biz teşekkür ederiz.

N.T.: Bütün Türkiye'de bir bilinçlenme, bir aydınlanma oldu. Ama şunu görüyoruz; Akbelen'den sonra insanlar baktılar ki nöbet de tutulsa, ne yapılsa eğer ki bir niyetleri varsa bunu yapıyorlar. Eskiden evet, devlet kolumuzu da kesse başımız üstüne ama artık öyle değil. Çünkü insanların artık devlete de bir güvenleri kalmadı. Yani özellikle o raporlar yalan olunca, yapmayacağız deyip yapınca, ‘az yapacağız bak acıtmayacak’ deyip yapınca... İnanabiliyor musunuz? Akbelen Ormanı’ndan 62 hektar kesildi ve dediler ki ‘bu çok küçük bir alan.’ Bunun ne farkı var, ‘bir seferden bir şey olmaz’ veya ‘üç beş çanak çömlek vesaire’ demekten?

Ö.M.: Evet, burada maalesef süremiz sona erdi. Onun için burada bırakmak zorundayız Neşe Hanım, katıldığınız için çok teşekkür ederiz. Sürekli olarak, çeşitli programlarımızla takipte kalacağımızı ve ne zaman uygun bulursanız bunu konuşmaya hazır olduğumuzu da bir kez daha belirtelim.

N.T.: Çok teşekkür ediyorum.

Ö.Ö.: Çok teşekkür ederiz katıldığınız için Neşe Hanım.

Y.S.: Sağ olun Neşe Hanım.

Ö.M.: Çok selamlar, görüşmek üzere.

N.T.: İyi günler.